AKIL ALMAZ, İNANILMAZ HİNDİSTAN
Hindistan Turizm Bakanlığı ülkesini
Dünya’ya tanıtmak için çok uygun bir slogan bulmuş ve her türlü reklamında onu
kullanıyor. ‘’Incredible India!...’’ Hakikaten de akıl almaz, inanılmaz bir
ülke Hindistan.
Hindistan’a gezi teklifi mayıs 2016 da değerli
arkadaşım Levent Yavuz’dan geldi ve ben de hiç düşünmeden kabul ettim. Gezi
grubumuz ben, eşim Banu Tansal, arkadaşım Levent Yavuz ve eşi Münevver Yavuz,
İstanbul’dan öğretmen Hafize Karamanoğlu’ndan oluşuyordu. Gezimiz 23 Ocak 2017
tarihinde önce THY 4:20 uçağı ile İstanbul’a oradan da saat 12 de Kazak
Havayolları Air Astana ile Almaty’e uçuşla başladı. Orta Asya coğrafyasını her
zaman merak etmişimdir ve bana çok büyüleyici gelir. Uçakta boş bir pencere
yanı yer bulup, elimde makina burnumu cama dayadım ve bulutların izin verdiği
müddetçe yeryüzünü izledim. Uçuş rotamız Ukrayna üzerinden, Hazar denizi
kuzeyinden geçiyordu, bir ara Kızılkum Çölü veya kurumuş Aral Gölü üstünden uçtuk.
Kazakistan’a
yaklaşırken Tanrı dağlarının görüntüsü muhteşemdi. Saat 17:30 gibi uçağımız
alçalmaya başladı. Bulutların içine girdiğimizde artık ortalık bembeyazdı ve
hiç bir şey gözükmüyordu. Bulut katmanını geçtikten sonra yeryüzü şekilleri
tekrar ortaya çıktı. Ortalık bembeyaz, kesintisiz bir kar katmanı ile kaplıydı
ve şiddetli bir kar yağışı vardı. Uçak gayet normal bir şekilde alçaldı ve
sorunsuz bir şekilde saat 18:00 de alana indi. Alandaki uçaklar adeta kardan
uçak olmuşlardı. Kazaklar iklimleri gereği kar ile yoldaş olmuşlar ve hava
muhalefeti uçuşları hiç etkilemiyordu. Aklıma
ufacık bir kar yağışıyla kapanan Atatürk Havalimanı geldi.
Delhi uçağı ertesi gün saat 8:00 de olması
nedeniyle bir gece Holiday Inn otelinde
Air Astana’nın misafiri olduk. Havaalanı ile otel arasındaki mesafede
gördüğüm kadarıyla Almaty gayet modern bir şehir. Yoğun kara ragmen yollar açık.
Evlerde Rus mimarisi var. Oteldeki dergilerdeki fotoğraflar şehrin Tengri
(Tanrı) dağları eteklerinde kurulduğunu gösteriyor. Hava açık olsa muhteşem bir
dağ manzarası göreceğiz. Ertesi gün
Delhi uçağına bindik ve 4 saatlik bir uçuşla saat 12:00 gibi Delhi’ye indik.
Rehberimiz Naim Ahmad Hint vatandaşı ama 2,5 yıl Türkiye’de çalıştığı için çok
güzel Türkçe konuşuyor. Minibüse eşyalarımızı yerleştirdikten sonra otelimiz
Frazer Suits’e gidip eşyalarımızı bırakıp kendimizi Delhi’nin içine attık
Jama Masjid
Burada avluya dahi ayakkabı ile sokmuyorlar. Moğol İmparatoru Shah Jahan
tarafından 1644-1656 yılları arasında yaptırılmış. Daha sonraki hedefimiz
Delhi’nin eski bölümünde yer alan baharat pazarı. Buraya giderken bir çocuğun
çektiği tuk tuk kullandık. Bir açık hava aracı. Yol boyunca hayatımın eksoz
gazını soludum. Bir trafik ki sormayın, motorlu tuk tuklar, insanların çektiği
tuk tuklar, inekler, kağnılar, otobüsler, arabalar hepsi bir arada, ne bir
kural ne bir trafik lambası… korkunç bir korna çalma yoğunluğu var.
Neyse ki
baharat pazarına geldik. Ben sanıyordum ki renkli renkli baharatlar çuvallara
konmuş, kapalı çarşı misali satılıyor. Ne gezer…, burası sanırım toptancı hali,
içeri bir girdik ki kesif bir baharat, biber kokusu hepimizin gözleri sulanmaya
başladı, öksürmeye, hapşırmaya başladık. Daracık sokaklarda hamalların,
kamyonların arasında yarım saat kadar dolaşıp kendimizi dışarı attık.
Delhi Baharat pazarı
Bundan
sonraki durağımız Gurdwara adı verilen bir Sikh tapınağı ve imarethanesiydi.
Buraya girmek için ayakkabı ve çoraplarımızı çıkartmak gerekiyor. Girişte
ellerimizi yüzümüzü yıkadık, içi su dolu küçük bir havuzdan geçtik. İçerde üç
tane guru hint müzik aletleri çalıp dini ilahiler söylüyordu.
Tapınağın hemen
yanında ise büyük bir mutfak var. burada günde beşbin kişiye yemek çıkıyor de
dağıtılıyor.
Sikhleri tanıtan beş tane işaret var. Bunlar; saçlarını hiç
kesmemeleri ((Kesha), Tarak (Kangha), Çelik bilezik (Kara), Şort (Kachha) ve
Kılıç (Kirpan). Sikhler tek bir tanrıya inanırlar ve hinduismin sembollerini
kabul etmezler. Gün bitimine doğru artık iyice yorulmuştuk. Otelimize döndük ve
istirahate çekildik. Ertesi gün Jodhpur’a trenimiz sabah saat 5:00 de
kalkacaktı ve biz otelden 4:00 de çıkmak zorundaydık.
Sabah otelden ayrılırken kahvaltılarımızı kumanya
şeklinde bize verdiler ve minibüsümüze atlayıp Delhi garına gittik.
Tren,
Hindistan’da düşük gelir grubundaki halk için ana şehirlerarası ulaşım aracı.
Kalitesine göre çeşit çeşit tren var. Bizim tren Rajdahni Ekspresi güya hızlı
tren. Hızı 100-120 km/saat arasında değişiyor ve küçük istasyonlarda durmuyor.
Bizim vagon pulman koltukluydu.
Saat 10:00 gibi aktarma istasyonumuz Jaipur’a
geldik. Burada kötü bir sürpriz bizi bekliyordu. Bineceğimiz tren rötar
yapmıştı ve saat 16:00 gibi Jaipur’da olması bekleniyordu. Bunu fırsat bilerek
valizlerimizi emanate teslim edip Jaipur’u dolaşmaya çıktık. Bu şehir aslında
dönüş rotamız üzerindeydi. Alvar tapınağına geldik.
Alvar Tapınağı
Burası çok kalabalık ve
düğün alaylarının ziyaret ettiği bir yerdi. Bol bol renkli yaşam kareleri ve
insan portreleri çektik.
Gelin ve Damat
Saat 16:00 ya yaklaşırken tekrar gara döndük ki
trenimizin rötarı daha da uzamıştı ve saat 18:00 de gelmesi bekleniyordu. Hava
kararmaya başladığından garda oturup beklemeye karar verdik. Bekleme
salonundaki elektronik panodan trenlerin durumunu takip ediyor, hiç durmadan
tekrar eden anonsları dinlemekten bıkmıştım. İlerde hatıra olsun diye panonun
fotoğrafını çektim, anonsları kayıt yaptım.
Nihayet saat 19:30 gibi
Varanasi’den gelen trenimiz Murudar ekspresine binebildik. Vagonumuz bu sefer
kuşetliydi. Etrafta kullanılmış çarşaflar atılmıştı. Çarşafları toplayıp bir
köşeye yığıdık. Biraz sonra bir yetkili gelip çarşafları toplayıp aldı. Daha
sonra bir başkası gelip vagonu süpürdü. Bir ara orta masayı kapatalım dedik ki
bir kapattık ki masa ile vagon arası yiyecek artıkları ile dolmuş, gizlemek,
görmemek için hemen masayı tekrar açtık!.. gecenin ilerleyen saatlerine doğru
bir görevli elinde kraft kağıt torbalara konmuş temiz çarşaflar dağıtmaya
başladı. Bunun üzerine yolcular çarşafları kuşetlerin üzerine serip yatmaya
başladı. Vagon sessizliğe gömüldü ve horultu sesleri duyulmaya başladı.
Bu
arada dışarda şimşekler çakmaya başlamıştı, yağmur gelmek üzereydi. Nihayet
sabaha karşı 1:30 gibi Jodhpur’a geldik. Garda bizi bekleyen minibüsün şöförü
arabada doğal olarak uyumuştu ve uyandırmak da biraz zaman aldı. Sonunda
Jodhpur’daki otelimiz Indana’ya yerleştik. Bu otel şehrin biraz dışında klasik
mimarideydi. İçeri kuşlar ve maymunlar girmesin diye pencereler ve koridor
açıklıkları geniş dokunmuş ağlarla kaplanmıştı. Otelde her türlü konfor
mevcuttu, belirtmem gerekir ki Racastan eyaletinde ve Uttar Pradeş
eyaletlerinde kış yumuşak geçtiğinden otellerde klimalarda ısıtma modu
bulunmuyor.
Sabah olduğunda hava bulutluydu.
Meteorolojiye göre saat 14.00 e kadar sağanak geçişleri olacaktı. Buna ragmen
kahvaltıyı yaptıktan sonra Mehrangarh Kalesine doğru yola çıktık. Kaleye doğru
yükseldikçe şehre hakim renk mavi daha çok belirginleşiyordu. Rivayete göre
Brahmanlar diğer halk sınıflarından kendilerini ayırt etmek için evlerini
maviye boyarmış, ancak daha sonra bu maviye boyama gelenek haline gelmiş ve
şehrin bir adı da mavi şehir olmuş.
Jodhpur
Ancak kaleye vardığımızda yağmur başladı ve
şiddetini arttırdı. Bunun üzerine biz de insan ve portre fotoğrafı çekmek için
rehberimizin tanıdıklarının olduğu yakın bir köye gidip fotoğraf çektik.
Öğleden sonra hava açınca tekrar
Mehrangarh Kalesine döndük. Mehrangarh Kalesi Hindistan’daki
en büyük kalelerinden bir tanesi. Rao Jodha tarafından 1460 da inşa edilmiş. Şehirden yüksekliği 125m.
Kalın duvarlarla çevrili olup içinde birçok saray bulunuyor. Kalenin sol
tarafında kale savunmasında ölen Kirat Singh Soda isimli bir askerin anısını yaşatan Chhatri denen
kubbe şeklinde anıt bulunuyor.
Chattri
Kaleye giriş 7
kapıdan. En meşhurları; Jai Pol (Zafer Kapısı) 1806 da Maharaja Man Singh
tarafından Jaipur ve Bikaner’e karşı kazandığı zafere hitaben yapılmış. Fateh
Pol 1707 de Moğollara karşı zafere hitaben yapılmış. Dedh Kamgra Pol’de halen
top mermisi izlerini görebiliyoruz. Loha Pol, ana kale kompleksindeki son kapı
oluyor. Hemen sol tarafında kocaları Maharaja Man Singh’in cenaze ateşine
kendilerini atarak feda eden kadınların el izleri (sati) görülmekte.
Mehrangargh Kalesi
El İzleri (Sati)
Kalenin içinde çok güzel oymalı ve
dekorasyonlu saraylar bulunmakta. Bunlar;
Moti Mahal (İnci Saray), Phool
Mahal (Çiçek Saray), Sheesha Mahal( Ayna Saray), Sileh Khana ve Daulat Khana.
Ayna Saray (Sheesha Mahal)
Kalenin gezilmesi
tamamlanınca sıra Umaid Bhawan Sarayı’na geldi. Burası Dünya’nın en büyük özel
rezidanslarından bir tanesi. Sarayın bir bölümü Taj Otelleri tarafından otel
olarak işletiliyor. Bir bölümünde Jodhpur kraliyet ailesi oturmakta.
Umaid Bhawan sarayı
Kale
ve sarayların gezmesi tamamlanınca sıra Jodhpur’un sokaklarını gezmeye geldi.
Jodhpur 1,5 milyon nüfuslu küçük bir şehir. Daracık sokaklarda inekler
serbestçe dolaşmakta, bazı bölgelerde çöp yığınları oluşmuş. Zaman zaman fare
de görebiliyorsunuz.
Jodhpur'da Bir aile
Jodhpur'da bir Sokak
Ütücü Kadın-Jodhpur
Bol bol fotoğraf çektikten sonra akşam yemeği için güvenli
bir restoran aramaya başladık. Bir tanesinde karar verip içeri girdik,
siparişleri verdikten sonra beklemeye başladık, görünürde bir mutfak yoktu ve
yemek kokusu da gelmiyordu. Ben içimden ‘’Tamam bu sefer sokak yemeği
yiyeceğiz’’ dedim. Yemekleri yedik, neyse ki bir şey olmadık. Yemek faslından
sonra otelimize döndük.
Ertesi
gün yine tren yolculuğu vardı. Neyse ki gündüz yolculuk yapacağımız için etrafı
seyrederek gidecektik. Varanasi'ye giden Sahtabti Ekspresinde yerimiz yine kuşetli vagondaydı, ve
vagonun hemen başındaydı. Bir istasyonda bir sadu geleneksel kıyafeti ile trene
bindi bizi selamlayarak yerine doğru ilerledi. Yolculuk sırasında arkadaşım
Levent makinasını alıp treni dolaşmaya çıktı. Yürüyüşü sırasında sadu’nun
yerini bulmuş onla sohbet etmiş birkaç poz da fotoğrafını çekmiş. Daha sonra da
sadu bizim kompartmana iade-i ziyarette bulundu, bu defa da bizler onunla
hatıra fotoğrafı çektirdik ve onun fotoğrafını çektik.
Sahtabti ekspresi
Trenimiz zaman zaman
istasyonlarda duruyor başka trenlerle karşılaşıyorduk. Bazıları o kadar
kalabalıktı ki insanlar sanırım kımıldayamıyorlardı bile içerde.
Yoluluğumuz
öğleden sonra Jaipur’da sona erdi. Garda bekleyen minibüsümüze bindik ve
otelimiz Country Inn Suites’e yerleştik. Jaipur Racastan eyaletinin başkenti.
Büyük ve kalabalık bir şehir. Bu şehrin diğer bir adı da Pembe şehir. Sawai Ram Singh yönetimi zamanında 1876 da Galler Prensi VII
Edward’ın ziyareti nedeniyle şehir
pembeye boyanmış. Bundan sonra birçok bulvar pembe olarak kalmış ve şehir Pembe
Şehir adını almış.
Jaipur Şehire Giriş Kapısı
Jaipur Şehire Giriş Kapısı
Jaipur
Jaipur’da akşam yemeği için rehberimiz bizi değişik bir yere
götürdü. Burası Palak adında bir yer. Bildiğimiz lunapark, burada bir Hint
lokantasına girdik. Lokantaya girişte ayakkabılar çıkartılıyor, içerisinin
aydınlatması gayet loj, yer minderlerine oturuyorsunuz, önününe bakır bir tepsi
ve kupalar getiriyorlar. Su, açık su olduğundan hiç su içmedik tabii ki. Daha
sonra tepsiye önce tutam tutam baharatlar, değişik mezeler ve sonunda da Hint
yemekleri kondu. Yemek sonrası otelimize
döndük.
Ertesi gün ilk önce
Hawa Mahal ( Rüzgarlar Sarayı) daha sonra da Amer Fort’un (Amer Kalesi) Ganesh
Pol kısmını gezdik. Amer Kalesi çok büyük bir kale tamamını bir günde gezmek
olanaksız. Daha sonra minibus ile göl kıyısına inip sahilden Jal Mahal’i ( Su
Sarayı) gördük ve şehire geri döndük. Şehirde hanımlar City Palace ( Şehir Sarayı’nı
) gezerken ben ve Levent portre ve günlük yaşam ile ilgili fotoğraflar çekmeyi
tercih ettik.
Rüzgar Sarayı ( Hawa Mahal)
Amer Kalesi
Ganesh Pol
Su Sarayı ( Jal Mahal)
Şehir Sarayı’nın
gezilmesi tamamlandıktan sonra, şehrin başka bir bölgesinde büyük bir tapınak
olan Birla Mandir’i görmeye gittik. Burası yeni bir tapınak ve 1988 de Birla
ailesi tarafından yaptırılmış ve Hindu tanrısı Vishnu’ya adanmış. Gezimizi
tamamladıktan sonra otelimize döndük.
Ertesi, sabah artık
yolumuza minibüsümüz ile devam edecektik. Hindistan’da otoyollar paralı ama
bizdeki duble yollar kalitesinde. Sık
sık bakım çalışmaları nedeniyle servis yollarından trafiği akıtıyorlar, böyle
olunca tuk tuklar ve inekler trafiği çok engelliyor. Mesafeden çok yolun
alınması için geçen zaman daha önemli oluyor. Yolculuğumuz Agra’ya idi.
Taç Mahal Bahçe ana giriş kapılarından
Taç Mahal
Taç Mahal'den Yamuna Nehri
Agra’ya gelir gelmez
doğru Taç Mahal’e gittik. Burası Şah Mümtaz Mahal’in eşi Banu için yaptırdığı
anıt mezar. Tamamen mermer kullanılarak yapılmış. Fotoğraflardan o kadar çok
görmüştüm ki hiç ilginç gelmedi. Hele içine girmeye hiç değmez, lahit kısmı
karanlık, ışıklandırma yok gibi birşey. Taç Mahal gezisi sonrası otelimiz
Gateway’e yerleştik. Ertesi gün yolumuz Vrindavan üzerinden Delhi’ye idi.
Vrindavan’ın bir
diğer adı da Dullar Şehri. Halk sınıflarının birisinde kadın dul kaldığında fiziksel olarak var oluyor ama sosyal olarak ölmüş kabul ediliyor. Dul kadın beyaz renkten başka elbise giyemiyor. Çok sade yemek yiyor ve gün boyu tapınaklarda ilahi söylüyor ve tapınaklardan besleniyor. Burada Hindu tanrıçası Vishnu'nun reinkarnasyon ile sekizinci kez Krishna olarak Dünya'ya gelmiş. Krishna’nın doğduğu ve
çocukluğunun geçtiği yer olması nedeniyle, Varanasi’den sonra ikinci kutsal hac
mekanı. Şehirde onlarca tapınak var. Çarşıda bir tur attık, yaşamdan fotoğraflar ve insan portreleri çektikten sonra Delhi’ye doğru yolumuza devam ettik.
Vrindavan
Delhi’ye
ulaştığımızda önce Bahai mezhepi tapınağı olan Lotus Tapınağı’nı, daha sonra da
Krishna’ya adanmış Iskcon Tapınağını ziyaret ettik. Krishna heykellerde siyah veya mavi tenli olarak tasvir ediliyor.
Lotus Tapınağı
Krıshna ISKCON Tapınağı
ISKCON Tapınağı
ISKCON Tapınağı
Tapınak ziyaretleri
tamamlandıktan sonra sıra hanımlar alışveriş yaptı, ellerine kına
yaptırdılar. Hükümet binalarının olduğu
bölgeyi ve Cumhurbaşkanlığı sarayı olan Rastrapati Bhawan binasını görmek
istedik ama terör korkusu nedeniyle yayalara kapatılmıştı. Yeni Delhi
bölgesinde diğer bir önemli yapı da India Gate kapısı. Burası Delhi’nin Arc de
Triomph’u I Dünya savaşında ve üçüncü Anglo Afgan Savaşında ölen 90000 asker anısına
yapılmış. Günlük gezimizi tamamladıktan
sonra otelimiz Frazer Suits’e yerleştik.
Sabahleyin erkenden
kalkıp minibüsümüze binip havaalanı yolunu tuttuk. Mesafe uzun ve çok yoğun
trafik olduğu için erken gitmeyi tercih etmiştik. Yolda rehberimiz Naim bize
katıldı hepimize küçük hediyeler verdi ve boynumuza güllerden yapılmış kolyeler
taktı ve yol kenarında hatıra fotoğrafı çektirip vedalaştık. Havalanına
ulaştığımızda check in lerimizi yaptıktan ve pasaport kontrolü sonrası duty
free mağazalarda gezmeye başladık ki bir
dükkana hayran kaldım. Muhteşem biblolar ve takılar vardı. Bir bayan olsaydım
Hindistan’dan sadece takı alırdım. Dönüş yolumuz yine Air Astana ile Almaty
üzerindendi, ancak bu sefer bir saat bekleyip Almaty –İstanbul uçağına binecektik.
Öyle de oldu, saat 12:20 de Delhi’den kalkan uçağımız 4 saatlik uçuş sonrası
16:30 da Almaty’e indi, ucu ucuna İstanbul uçağını yakaladık ve 5 saatlik
yolculuk sonunda gece 21:00 civarında Atatürk Havalimanına ulaştık. Burada
İstanbul’da oturduğu için Hafize Hanım’a ve Levent Yavuz ve eşi Münevver
Hanım’a çocukları yanında bir müddet kalacakları için veda edip biz THY 23:15 uçağına
binip, 2 Şubat 2017 sabaha karşı 00:40 da İzmir’e geldik.
Bu seyahat imkanını
bize sağlayan sevgili Levent Yavuz ve eşi Münevver Yavuz’a, bizleri muhteşem
bir şekilde gezdiren rehberimiz Naim Ahmad’a çok teşekkür ederiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder